Kültür Bakanlığı’nın edebiyat eserlerini destek projesi, daha ilk adımında sendeledi, dedikoduların odağına düştü. Nerden mi biliyorum, çünkü ben de bu projeden dedikodular sayesinde (!) haberdar oldum. Meseleyi anlamak maksadıyla projeyi bakanlık sitesinden inceledim. Oldukça da başarılı buldum. Kültürel desteklerin artması açısından umut verici. Belki de bu proje, Batılı ülkelerde makale boyutunda ciddi metinler üreten yazarlara verildiğini duyduğumuz maaş uygulamasının da kapısını aralayacaktı. Birçok yazardan duymuşumdur: “Bakanlık çalışmalarımızı desteklemiyor.” Desteklediğinde ise niye ona var, bana yok, çığırtkanlığı başlıyor. Bunun önünü almak, herkesi memnun etmek mümkün değil; fakat işin daha başındayken bakanlık, kimi çözümler geliştirebilirdi. Bir defa benim gibi edebiyatın merkezindeki bir isim bile haberdar olamamış bu projeden; dergi, gazete ve internetteki kimi sitenin kültür sayfası aracılığıyla –tv’leri saymıyorum bile- iyi bir şekilde duyurusu yapılabilirdi projenin, gizli ihaleler gibi organize edilmesi haklı tepkilere yol açtı. Kim ne derse desin, bu proje gözlerden kaçırılmaya çalışılmıştır. Kimi gözlerden kaçırılmış, kimi gözlereyse sokulmuştur; adalet gözetilmemiştir.
Kırk kişi, proje bünyesinde
destek almış; isimler açıklanmadan tahmin edebiliriz, bunların çoğunu İslami
camiadan seçmişlerdir, umarız yanılırız. Geçmişin yaralarının sarılması yerine ayrımcılıkla
kanatılması, hatta yeni yaralar açılmasıdır bu. Gezi Parkı olaylarını çarçabuk
unuttuk. Karşı cephe, zamanında bizi dışladı, şimdi dışlama sırası bizde, şeklindeki
İslam dışı yaklaşımı aklımıza bile getirmeyelim. Devlet, hiçbir partinin tapulu
malı değildir; bütün bakanlıklarıyla milletindir. Hatırlatırım, hükümetler
geçicidir; bir gün sen hükmedersin devlete, bir gün ben hükmederim, bir gün o hükmeder.
“Şiir ve İktidar” başlıklı yazımda
sanatkârların kendine ideolojik olarak yakın bulduğu iktidarı
destekleyebileceği fikrini öne sürmüştüm. Binlerce yıllık bu problemi, geçmiş
büyük sanatkârları da göz önünde bulundurarak çözmeye çalışmıştım. Gündeme
binaen bir şeyler daha söylemek şart görünüyor. Edebiyat eserlerini destekleme
projesi, keşke bakanlığın kuracağı bir yayınevi bünyesinde gerçekleşebilseydi;
şair ve yazarları parayla muhatap etmemiş olurlardı. Yok, eğer bakanlık, eseri
değil de sanatkârı desteklemek istiyor idi ve bir çıkar yol bulamadıysa, bu
hususta, Batılı devletleri inceleyebilirdi, görülen o ki, “parayı sana verelim
yazar kardeş, sen ne yaparsan yap” kolayına kaçmış. Keşke kuruş bile harcamadan
birkaç kitabını yayımlayabilmiş, yayınevi sıkıntısı çekmeyen kişiler yerine ilk
kitabını çıkaramamış yetenekli gençleri destekleseydi; çünkü nice büyük şair ve
yazar, ilk kitabını kendi harçlığından kısarak matbaada bastırmıştır.
Sanatkâr niçin destek görmesin ki? Bu
destek ister devletten ister ekonomik gücü yerinde sanatseverlerden olsun, fark
etmez. Edebiyat tarihleri bunun örnekleriyle dolu. Mesele şu: Yeter ki şair ve yazar, aklını ve
duygularını destek aldığı kurum ve kuruluşların cebine koymasın, özgünlük ve özgürlüğünden
taviz vermesin. Kişiliği korumak, gerektiğinde destek aldığı kurum ve kuruluşu
eleştirmek elbette zordur. Bu yüzden kendi zafiyetlerimizin farkında olmalı, töhmet altında kalacağımız ilişkilerden uzak durmalıyız. İktidar kendi
geleceğini garantiye almak adına, dostları bir yana, çocuklarını bile yer.
Bu projeyle anılan kimi genç yazarın, Ak
Parti belediyeleriyle, devlet televizyonlarıyla ve bu çizgideki kurumlarla iş
yaptıkları gerçek, üstelik kitapları da hiç zorlanmadan raflarda kendilerine
yer buluyor, ekonomilerini şimdiye dek çoktan düzeltmiş olmaları gerek. Alın
teriyle çalışan kazanır elbet, buna kimsenin bir diyeceği yok. Lakin böylesine karmaşık zamanda ve netameli konuda bu arkadaşların bakanlıktan destek almalarını anlamakta
zorlandım açıkçası. Üstelik bir de ismi açıklanmayanlar var, kimler çıkacak
acaba tombaladan, umarım bir hayâl kırıklığı daha yaşamayız. Eğer, onlar için
para, eserin önüne geçmişse, geçmiş olsun derim ve eklerim: Yıllar içerisinde,
camianın da destek vererek edebiyatta iyi kötü bir yer edinmesini sağlayan
isimlerinizi karalamaya sizin bile hakkınız yoktu.
Niçin bu metni kaleme aldım, çünkü
‘arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ sözünün bazen kişiye sağlıklı
sonuçlar veremeyeceğini göstermek istedim. Onlar benim arkadaşım, ama en
azından ben bu bağlamda onlardan değilim. Açıklamada bulunmak zorunda
hissediyorum kendimi: Hele de son üç yıldır, Ecevit dönemi krizlerinden bile
daha şedit geçen ekonomik sıkıntılarıma rağmen son iki kitabımı da –Sezai Karakoç
Kuşağı: II. Yeni, Kurşun ve Kalem-, ilk kitabım gibi kendi imkânsızlıklarımla bastırdım, sanırım
yeni kitabımın da kaderi değişmeyecek. Üstelik ben doğmadan öncemden beri
Müslüman şairim; İslami camia ise iktidarda. En aydınından (!) bürokratına
İslami camia sanata küçümseyici gözle bakar, ama her
sıkıştığında en içli şiirleri bile şairinden izin almadan reklam yapabilir.
Reklam, materyalizmin en iğrenç aygıtı. Eminim ki, Sezai Karakoç ilk gençlik
yıllarını bugün yaşıyor olsaydı bizden daha sıkıntı içinde olurdu; çünkü duruş
sahibi herkesin bir ucu pergel gibi sivri olur ve buna iktidar tahammül edemez,
açlık-yoksullukla bu tür adamları terbiye etmeye çalışır, ama bilmez ki bu tür
adamlar köylerde-varoşlarda oruçlu doğmuştur.
Tarihten ders çıkarmayı iyi bilirim:
Edebiyata yetenekli birçok genç, kültür organizatörlüğü nedeniyle var olamamıştır,
ama hedef paraysa, yoldan çıkma pahasına, zengin olamasalar da ekonomik
durumlarını düzeltmişlerdir.
Dedim ya dengeler değişir, sonra “Seni
sigaya çeker/Bir Molla Kasım gelir.” Bugüne dek temiz kalmayı başarmış şair
veya yazar arkadaşım, bence aldığın o parayı masaya yatır ve bir daha düşün,
hakettiğine inanıyorsan bir diyeceğim yoktur.
0 Yorumlar